Sunday, March 4, 2007

boşluk

Mektuba nasıl başlanır bilemiyorum. Hiç yazmadım şimdiye kadar. Dili nasıl olmalı, sağdan soldan kaç santim boşluk bırakmalı onu da bilmiyorum.Zaten senin olduğun yerde pek öneminin de olduğunu sanmıyorum. Ben yazarken sen zaten okuyorsun. Aslında yazmamın ne anlamı var da diyebilirsin ama öbür türlü zor oluyor. Her şey birden aklına gelmiyor insanın.Gelenler de kağıdın üzerinde daha inandırıcı oluyor beklide.Aramızda, konuştuklarımızı uçuracak bir rüzgar da yok aslında ama işimize gelmeyen, duymak istemediğimiz şeyler oluyor bazen. O yüzden daha iyi bence.

Geçen hafta geçtim mezarının önünden ama o zaman uğramak gelmedi içimden. Geçtikten sonra fark ettim zaten. Şu aradaki boşlukta zaman kaybettim aslında.

Bugün gelirken geride hangi organlarının kaldığını görmek istedim.Maşallah olduğun gibi duruyor öfken, sevgin,umudun,heyecanın,merakın,hayret etme becerin.Gördüğüm kadarıyla sadece aramızda şu BOŞLUĞU meydana getirebilmişim seni öldürmekle. Şimdi tek fark senin o tarafta olman. Daha önce bir defa buraya geçmek geldi aklıma ama boşlukta vazgeçtim.Zaman kavramı olmadığı için çok düşünüyor muyum onu da tam olarak bilemiyorum. İlk defa geliyorum yanına.Bunu söylemesem beni fark edeceğini sanmıyorum,çok farklı hissediyoruz artık birbirimizden.

Bugün burada oluşumun bir nedeni de bu olanlardan seni haberdar etmektir. Gerçi bunları duyunca kafanı iki yana sallayacak, “yine de” diyeceksin. Biliyorum ama…

Anlatımım senin çok da sevdiğin türden olmayacak kusura bakma. Çok konu atlayıp başa dönebilirim. Dedim ya seni öldürdüğümden daha doğrusu azmettiril-diğimden beri çok şey değişti diye. Artık şekil de boş geliyor, manaya kıyasla.

Ne eskisi gibi üzülüyorum ne de o kadar seviniyorum artık.Sürekli bir sakinlik hali. Sahip olduğun şaşkınlık hali karşı tarafta kaldı.Beni çok da meraklandıran bir şey çıkmıyor karşıma. Artık farkındayım herkesin maskelerinin aynı dükkandan olduğunun. Ama onlar her ne kadar maskelerini sevdiklerinden fark edemiyorlar ne kadar şeffaf olduklarını.

Tek düze, kalıpların arasındaki yaşantılarında mutlu olmacılık oynuyorlar. Korkuyorlar sorunları görmekten. Yalnız kalmak istemiyorlar, onları en iyi anlayan uyuşturucuya (televizyona) sığınıyorlar hemen.Kendilerinden korkularına aynaya bile sadece yüzlerine asfalt dökmek için bakıyorlar. O da zaten gözlere değil. Beş dakikalığına saçlarına ya da ağızlarına.

Bakamıyorlar gözlerine dedim ya, sık sık görmeye alışık olmadıklarından.Bal gibi de biliyorlar ki gözler olanı görmez ama içine bakınca her şeylerini gösterirler.

Toplum olarak belki de en sevdiğimiz (ya da ikinci olan! ) organdan korku-muza en fazla on saniye karşımızdakinin gözüne bakarak yaptığımız sohbetlerin ne kadar sahte, içi boş olduğunu görüyorum. O on saniyeye de bir çoğumuz dayanamadığımız için hayatımızdaki sahtekarlığa boyun eğiyoruz.

Bu yalan, içi boşaltılmış konuşmalara karışmayanları ise sorunlu gözüyle bakılıyor.Onu yalnız bırakarak bir yerde cezalandırdıklarını zannediyorlar kendi toplum dedikleri zamazingoda. Oysa bilmiyorlar daha doğrusu tahmin edemiyorlar diğerinin de yalnız kalmak istediğini.

Başka bir sistem düşünemiyorlar ki zaten. Düşünmüyorlar bile. Birilerinin onların yerine düşüneceği bir topluluk arıyorlar kendilerine. Öyle olmadı mı zaten o yaşa gelene kadar? Hep karşılarına biri çıktı onlara doğru yolu gösteren.Da hangi doğru yol? Kimin yolu bu, kim ne zaman bulmuş? Düşünülmüyor.Ne gerek var ki düşünmeye, işte doğru yol, bunu kullanırsan büyük adam olursun denmiş. O da gidiyor işte. Ama aklına gelmiyor bu yolu icat edenin de düşünerek bu yolu oluşturduğunu. Doğru ya da yanlış. Hangi yol doğru ki zaten? Seni üzen, yaralayan yol her zaman yanlış yol mu? Ya da seni son derece mutlu eden, çok para kazanma-nı sağlayan, sana işinde bir mertebe, yüksek maaş veren yol mu? Yoksa o sıcak evde taş kesilmiş bedenlerin olduğunu bilen, etrafındakilerce aşağılanmış, sokakta gördüğünde yakınından bile geçmekten rahatsız olacağın, kışın ortasında yattığı kartondan evinde ki, sistemin çarkı, birilerinin uşağı olmayı reddedecek cesareti, erdemliliği göstermiş kişinin yolu mu?

Peki hangisi büyük adam. Profesör ya da banka yöneticisi olup kaldırımda başı yukarda yürürken birine omuz attıktan sonra dönüp bakmadan yürüyen hatta bir de karşısındakini azarlayan mı, yoksa açlıktan ağrıyan karnı yüzünden başı önde yürürken çarptığında başını kaldırıp özür dileyen mi?

Dedim ya boşaltmışız sözcüklerin içini diye. İnsanlar birilerini sahiplenmeye bayılıyorlar.Biri hakkında arkadaşlarına sevgilim, kız/erkek arkadaşım diye konuşurken hiç düşünmüyorlar. O hiçbir zaman onların değildi ki zaten. Kendisi olmayı beceremezken nasıl bir başkasının olabilir ki? Hadi onu da boş ver.Senden önce kaç kişinin oldu o? Yarın kimin olacak peki? Yaşantılarını bir kalıba sokmak istemekten kaynaklanıyor bu. Etrafındakileri kategorilere ayırıp ona göre raflara dizme peşinde olmaktan kaynaklanıyor işte. Biriyle (karşı cins diyelim) yakınlaşmaya, bir şeyler paylaşmaya başlandıysa hemen bir panik sarıyor geneli. Biz şimdi arkadaş mıyız yoksa sevgili mi diye soruluyor. Ondan sonra ki gelişmeler zaten malum.

Sahiplenme işte o sevgi anlayışının temeli zaten. Bir de “o”nu çok sevdiğini söylersin. Oysa amaç göründüğü kadarıyla kendini tatmin etmek. Bir şeyleri paylaşmak değil de “o” nu seninle paylaşmasını istemek.

Bir de Altay Öktem nasıl tanımlamış aşkı. ”Aşk bir başkasına ‘rağmen’ yaşanan duygudur. Düşünebilecek başkaları varken yalnızca onu düşünmek,sevişebilecek başkaları varken yalnızca onunla sevişmek istemektir. O yüzden aşk,en az üç kişiliktir” demiş. Burada anlatmak istediği aslında yalnızca iki kişinin olduğu bir ortamda aşkın olamayacağıdır. Ancak düşünmek kelimesi de önemlidir burada.

“O” nu düşünmekten mutlu olmak, iyi olduğunu bilmek, yanında o olmadan, yaşamının her alanında “o”nunla birlikte olmaktır. Hangi işi yaparsan yap o iş ile ilgili “o”na varacak çıkarımlar yapmak, bir yerde “o”nun sen olmasını istemektir. Ama gerçek aşk somut değil de düşünce bazında olduğundan fark etmeden “o” nu bambaşka biri yaparsın. Hiç olmayan biri. Senin kafanda oluşturduğun, bir yerde –sen-. “o” olmasa başka biri için düşünerek ulaşacaktın “o”na. Ama sonuç aynı gene.Aragon mutlu aşk yoktur derken bunları düşünerek mi söyledi bilmem ama Orhan Veli, Sere Serpe şiirini yazarken benciliğini çoktan yenmiş gibi gözüküyor.

Bunca kalıbın arasında önemli nokta kaçıyor. Mutlu olmak sevgili olmakla sağlanıyormuş gibi görülüyor. Oysa önemli noktanın, paylaşmak, içten bir şekilde dokunmak(dokunmak dediysem otobüslerde yapılan cinsten değil) ,o an mutlu olmak olduğu unutuluyor. Ya da çok alışkın olmadığımızdan, biraz akışkan olduğundan garip geliyor.

Diyorum ya çok şey değişti senden beri. Aşık da olamayacağımdan korkuyorum. Senin de savunduğun gibi ulaşamayacağına aşık olursun görüşünü taşıyorum hala. Ama artık ulaşılmaz yok gözümde. Çünkü tanıyorum artık etraftakileri, kirli olduklarını biliyorum herkes gibi.Kirli derken herkesin aşağılık olduğunu kastediyorum gibi gelmesin. Ama “o” kusursuz da değil senin sandığın gibi.

Temizlik senin gecenin üçünde uyandığında “o”nun o an başkasının yanında olduğunu düşünerek yanaklarının ıslanması, sabaha kadar uyuyamamak, kirlilik ise çoğumuz gibi gene gecenin üçünde uyanınca “o”nun başka biriyle seviştiğini bilip boş vererek kaderine razı gelip umursamadan uyumaya devam etmek belki de.

Şimdi en kötü şey ne biliyor musun? Atık üzüntülerine bile ağlayamıyorsun. Sadece bir boşluk oluşuyor. Gözlerin dalıyor, kendine geldiğinde ise elin ayağın oynamıyor bir süre. Senin o ağlamandaki huzuru bile tadamıyor insan.En kötü yanı da bu ya işte!

O boşluktan çıkınca bazen bulunduğun yeri fark edip benim ne işim var burada diyorsun.Kuranda da en büyük günahları işleyenlerin cehennemde değil de boşlukta kalacağına dair bir ayetle karşılaşmıştım sanırım. Peki günah nerede? Kirlenmekte mi?

İşte biraz da bu yüzden gönül rahatlığıyla öldürdüm seni.Daha kirlenmeden. Senin beni sevmediğini biliyorum. Ben seni çok sevdiğimden öldürdüm. Hak etmiyordun üzülmeyi çünkü. Seni üzdükleri için cinayete azmettirildim diyorum ya.Şimdi dönüp bakıyorum buraya gelirken geçtiğim boşluğa. Nasıl geçeceğimi düşünüyorum. Ama geleceğim gene yanına. Hissediyorum. Bana seni hatırlatacak, buraya gelmemi sağlayacak birileri çıkıyor karşıma.
Boşluğun öbür tarafında…

guilty

No comments: