Monday, March 5, 2007

şemsiyenin öyküsü


Öyle eski olmayan zamanlarda, günlerden bir gün bir delikanlı ile şeker mi şeker, bir o kadar da güzel olan gözleri güneşe benzeyen, gülüşü insanı rüyalara daldıran bir kız beraber vakit geçiriyorlarmış.. Birden kızın uykusu gelmiş, masal dinlemek istemiş. Çocuk da başlamış ona masal anlatmaya..

Çocuk masalı anlatırken kız yarısında uyuya kalmış ve rüyaya dalmış. Rüyasında çocukla beraber, koca koca binaların olduğu, karıncalar kadar fazla insanların olduğu uzuunca bir yolda yürüyorlarmış. Onlar yürüdükçe kalabalık yarılıyor, kimse onları görmüyor ama herkes yollarından da çekiliyormuş..

Derken gök gürlemiş, şimşek çakmış aniden bir yağmur başlamış.. Herkes saklanacak yer ararken kızla çocuk çok şaşıracakları bir şeyle karşılaşmış.. Yağmurla beraber onların üzerinde kelebekler uçmaya başlamış. Onlar da yağmurun altında yürüyormuş ama etraflarına yağmasına rağmen onların üzerine tek damla düşmüyor, onlar da ıslanmıyormuş..

Onlar şaşkın, bir o kadar da mutlu bir şekilde yürürken tek tek mağazalara, kafelere girmeye başlamışlar. İstediklerini alıyorlar, istediklerini içiyorlarmış ama kimse onları görmediği için bir şey diyemiyormuş. Kız bu işe o kadar sevinmiş ki kendini kaybetmiş, her mağzadan sürekli kendine elbiseler, takılar almaya başlamış... Ama hep bir şey eksik gibi geliyormuş, kız çok unutkan olduğu için bir türlü aklına getiremiyormuş..

O aklına getirene kadar rüya hiç bitmemiş. Kız bir yandan uyuyor, rüyasında o unuttuğu şeyi arıyormuş... Bir yandan da çocuk ona masal anlatmaya devam ediyormuş. Böyle böyle zaman akmış, yıldızlar kaymış, günler geçmiş, haftalar geçmiş, aylar geçmiş, çocuk sıkılmadan sürekli masal anlatmış, kız da sürekli uyumuş..

Derken bir gün çocuk yok olan bir diyardaki gencin öyküsünü anlatmaya başlamış...

(Gencin Öyküsü)

Zamanın birinde, gücü büyük olan, göğünden elmas gibi parıldayan yağmurların yağdığı, denizinden incilerin taştığı, topraklarında binbir türlü çiçeklerin açtığı, bir ülkeye sahip sultan yaşarmış. Onun himayesindeki insanlar huzur içinde yaşar, zenginler fakirlere yardım eder, kimse kimsenin malına yan gözle bakmazmış.

Bu bolluk ve ferah içersindeki sultanın tek sıkıntısı çocukluğundan beri kendinden başka insanları hor gören, onlarla alay eden ve her fırsatta onları büyüleyip akıllarını kaybetlemerini sağlayan kızıymış. Prensesin dillere destan güzelliği, üzerine ne giyerse giysin kendini belli eder, erkekleri yoldan çıkartmaya yetermiş. Onun hiç bir isteğine karşı gelemeyen sultan, onun halktan biri gibi çıkartıp halkın yaşamını anlamasını, daha hoşgörülü olmasını istediği için her yıl 7 gün saray dışına, şatafattan uzak kıyafetleri ile gönderiyormuş.

Bu günlerden birinde şehirde 1001 tür kumaş satan gencin prensesi görmesiyle büyülenmesi bir olmuş. Artık kendini işine veremez, onu nasıl elde edeceğini düşünür onu şehirde aramaya koyulurmuş. Ona kimsenin şimdiye kadar söylemediği en güzel sözleri söylemek, eşi benzeri olmayan hediyeler vermek istiyormuş. Benzersiz kumaşlardan bir şemsiye yaparak hediye etmek aklına gelmiş. Ancak elindeki onca kumaşı ona layık görememiş ve onun güzelliğine daha da yakışacak kumaşı bulmak için şehirden ayrılmış dağları aşmış, bir çok hükümdarın toprağından geçmiş.. Ancak hiçbirinde istediğini bulamamış.

Gittiği diyarlarda hikayesini anlatmış. Ve onun istediğini bulabileceği tek yerin, etrafı tepelerle çevrili, ifritlerin hüküm sürdüğü ve oraya girmeye teşebbüs eden adem oğlunun bir daha geri dönmediği şehir olduğunu söylemişler..

Genç her şeyi göze alarak, prensese duyduğu karşı koyamadığı arzu yüzünden ifrit diyarının yolunu tutmuş. Hayatında ifrit görmemiş genç, diyarın ormanlarına vardığı anda, duman olarak gelip karşısında yükselen, başı ağaçları aşan dev ifriti gördüğünde korkuyla “Allahın rahmeti üzerine olsun” demiş. İfrit ona öfkeyle “ey adem oğlu! bilmez misin şimdiye kadar diyarımıza ayak basan insanları cezalandırırız, onların başına felaketler sararız.. Senin de sonun aynı olacak” demiş. Genç “ey ifritlerin sultanı. Ecinnilerin yücesi izin ver diyarınıza gireyim, sevdiğime en güzel kumaşlardan bulayım, onu kadınım olmaya ikna edeyim. Ondan başka yol yoktur önümde” şeklinde cevap vermiş.

Bu tür yalanlar söyleyerek, o diyarın zenginliklerini elde etmek isteyen aç gözlü adem oğluyla defalarca karşılaşan ve her seferinde onları helak eden ifrit “Senden önce gelenler de bunları söyledi ancak hiçbiri karşılığını veremedi. Uğruna öleceklerini söyledikleri sevgililerinden vazgeçti hatta onlara lanet etti.. Sen de onların acı dolu sonlarını yaşamak istemiyorsan git ve diğerlerine de anlat bunları” demiş.

Her şeyi göze alıp karşılığını vermeyi göze alan gence ifrit “sana 100 gün boyunca işkence edilecek, kuma gömüleceksin, susadıkça zakkum içeceksin, önünde nehirler akarken sen ateşler içinde tekrar tekrar yanacaksın.. ‘O’ndan vazgeçersen daha fazla acı çekmeden öleceksin, ancak sevgini inkar etmeyip bütün bunlara katlanabilirsen sana diyarımızın eşsiz kelebeklerinin kanatlarından yapılacak kumaşlardan vereceğim” karşılığını vermiş.

Genç hiç düşünmeden kendini sonsuz azabın içine atmış. Günlerce dayanılmaz acılar çekmiş, ona kuvvet veren tek şey sevdiğinin beyaz tenli vücudunu kollarına alıp sabahlara kadar seveceği gecelerin arzusuymuş.

100. gün bittikten sonra ifrit adem oğlunun büyük sevgisine inanmış ona bundan sonra her sıkıştığında yardım edeceğini söylemiş. Gence, kendi adını söylemiş ve verdiği sözü tutmuş. Diyarın en güzel kelebekleri yakalanmış, yeryüzünde eşi benzeri olmayan bir kumaş hazırlanmış.. Kumaşı alıp şehrinin yolunu tutan genç, sevdiğine hediyeyi vereceği günü düşünerek, çektiği acıların hepsini unutmuş. Sultanın topraklarına vardığında zaman kaybetmeden şemsiyeyi yapmaya koyulmuş. Bitirinceyse sevdiği kızın yolunu gözlemeye başlamış..

O yılın 7. gününde kızla karşılaşmış genç. Karşısına çıkıp onu ne denli sevdiğini, onun için yaptıklarını anlatınca prenses öfkelenmiş, kendisinin sultanın kızı olduğunu söylemiş, sıradan bir terzinin bu cürretine tahammül edememiş, hikayesine inanmamış ve kendisi için hazırlanan hediyeyi de elinin bir hareketi ve duyulamayan bir kaç söz ile alev alev yakmış. Ve babası olan sultana, onurunu kıran o gencin kafasının vurulmasını istediğini söylemiş. Buna gönlü el veremeyen ancak kızına duyduğu sonsuz sevgi yüzünden karşı da gelemeyen sultan gencin getirilmesini ve bir an önce kellesinin vurulmasını istemiş. Sultanın huzuruna getirilen genç “Adaletinden sual olunmaz kudretlim. Size bu zenginlikleri veren tanrı şahit olsun ki anlattıklarımın hepsi gerçektir. Yürüdüğüm yollar, geçtiğim diyarlar, çektiğim acılar sonsuzdur. Bana izin verin bu çektiklerimi tekrar yaşamaya razıyım yeter ki kızınızı ne kadar sevdiğimi tekrar gösterebileyim, belki o zaman bana inanır ve gönül verir” demiş.

Ancak sultan onu dinlemeyerek kafasının vurulmasını emretmiş. Genç ölmeden evvel ona her zaman yardım edeceğini söyleyen ifritin adını sayıklamış. Aniden yer yarılmış ve içersinden ifrit o korkunç görüntüsüyle ortaya çıkmış. Gördüklerine inanamayan sultan ne kadar yalvarsa da ifrit önce saraya, sonra da bütün şehre felaketler salmış. Her yeri alev almış ve şehrin bütün güzelliklerini yok etmiş. Nehirler kurumuş, yeşillik yok olmuş, sonsuz bir kuraklık başlamış. Bütün bunlar olurken ifrit gence isterse ona zenginlik verebileceğini, onu başka diyarlara götürebileceğini söylemiş ancak genç böyle bir acıyla yaşayamayacağını o prenses ile beraber yanarak kül olmayı istediğini söylemiş. Ve onların külleri esen rüzgar ile beraber gökyüzüne karışmış.. Şehrin topraklarına son düşen damla, gencin gözlerinden akanmış.

Yüz yıllar sonra bile hala o diyara tek bir damla düşmüyormuş...

Uykusunda bunu duyan kızın birden aklına aradığı şeyin pembe şemsiye olduğu gelmiş.. Onlar şemsiyeyi bulmuşlar, yağmur dinmiş, rüya bitmiş.. Kız uyandığında, yanında çocuk ona hala masal anlatıyormuş.. Ne, kızın ne kadar uyuduğu biliniyormuş, ne çocuğun ne kadar masal anlattığı..

Kız şemsiyesine kavuşmuş, çocuk masalını bitirmiş..

guilty

1 comment:

burak said...

gayet güzel .. :]